Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi

Türkiye'nin ilk tıbbi bitkiler bahçesi
ekosistemimizin farkına varmak için fırsat sunuyor..

Kimyasal katkısız yetişen 700'ü aşkın tıbbi bitki,
sera, herbarium, laboratuar..

Sağlık Çevre Okulu, staj imkanı, yayınlar,
tez-proje ve kurum destekleri..

Geçmişle bugünü buluşturan
geleneksel tıp festivali..

Biyoçeşitliliğin korunup geliştirilmesine,
tıbbi bitkilerin etkin ve güvenli kullanımına katkı..

Doç.Dr. Şafak Nakajima

 

Kanser teşhisi ile karşı karşıya kalmak hayattaki en sarsıcı tecrübelerden biridir. Kişinin kendisine veya bir yakınına kanser teşhisi konmasıyla, o zamana kadar hiç bitmeyecekmiş gibi ilerlenen hayat yoluna bir “dur” levhası yerleştirilmiş gibi olur. Hayat düzeni ve öncelikler sıralaması değişir. Kanseri ölümle özdeşleştirmenin yarattığı panik ve korku kişiyi ve yakınlarını sarıp sarmalar, tedavi sürecini zorlaştırır. Tedaviyi zorlaştıran bir diğer faktör hekim-hasta ilişkisidir. Hekimlerin vakitlerinin sınırlı olması ve hastaların iç dünyalarını bir kenara bırakıp yalnız bedenleri ile ilgilenmeleri aradaki ilişkinin kısa, yüzeysel, mesafeli ve soğuk olmasına yolaçar. Yoğun kliniklerde çalışan pekçok hekim için hasta, “12 numarada yatan akciğer tümörü” veya bir dosya numarasıdır. Oysa kanserli kişinin bilgi almaya ve yaşadıklarını paylaşmaya ihtiyacı vardır.

Kanser tedavi edilebilen bir hastalıktır. Tedavi genellikle fizikseldir ve kanserli dokunun vücuttan uzaklaştırılmasına veya tahrip edilmesine dayanır. Bunun yanısıra, kişinin hastalığı ile kurduğu ilişkinin ve ruhsal durumunun tedaviyi önemli ölçüde etkilediği son 30 yılda yapılmış araştırmalar ile ortaya konmuştur. Ruhsal durum ile vücudun savunma sistemi arasında yakın ilişki olduğu, bu ilişkinin kanserin ortaya çıkmasında veya hastalığın iyileşmesinde önemli rol oynadığı artık bilinmektedir. Kanserde, hastanın ve yakınlarının ruhsal durumu, seçilen tedavi yöntemi kadar önemlidir ve mutlaka dikkate alınmalıdır. 

Kanser teşhisi ile karşı karşıya kalmak ve tedavi sürecini yaşamak zordur. Bu zorluklara rağmen, hastalık sürecini kolaylaştıracak ve iyileşme şansını arttıracak kaynaklar zihnimizde mevcuttur. Bu kaynaklara ulaşmanın en etkili yollarından biri “meditasyon”dur.

Meditasyon, dünya üzerindeki pekçok kültürde varolan ve farklı biçimlerde tezahür edebilen meditatif yöntemlerden biridir; özellikle Hindistan, Çin ve Japonya’da binlerce yıldır uygulanmaktadır. Batı’ya ilk kez 1960’larda, Maharishi Mahesh Yogi tarafından götürülmüştür. 1968’de, Harvard Üniversitesi’nden Dr. Herbert Benson, meditasyonla ilgili bilimsel araştırmalar yapmaya başlamış, “gevşeme yanıtı” adını verdiği tekniği geliştirmiştir.

Meditasyon, zihnin ve bedenin gevşeyip rahatlamasını temel alır. Sessiz bir yerde yapılması gerekir. Amaç, dış dünya ile bütün bağları kopartmak, dikkati nefese odaklayarak zihinden geçen bütün düşünceleri durdurmak ve zihni sakinleştirmek, iyice gevşeyip rahatlamaktır. Yalnız veya grup halinde; oturarak, yürüyerek veya Tai Chi gibi hareketlerle yapılabilir. Bazı meditasyon türlerinde “mantra” adı verilen kelime veya cümlelerden biri seçilir ve odaklanmaya yardımcı olması için sürekli tekrarlanır, bazılarında ise sabit bir objeye bakılır. Günde 15-20 dakika meditasyon yapmak genellikle yeterlidir.

Meditasyon, kandaki stes hormonu “kortizol”ün seviyesini düşürerek vücudun savunma sistemini güçlendirmektedir. Korku, huzursuzluk, yüksek kan basıncı gibi hallerde ve kötü alışkanlıkların kontrolünde de faydalı bulunmuştur. 1980’lerde, Avustralyalı psikiyatrist Ainslie Meares, meditasyonun kanserli kişilerde vücudun savunma sistemini güçlendirdiğini ve tümörlerin küçülmesine yardımcı olduğunu ortaya koymuştur. Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün yaptırdığı bir araştırmaya göre, kanserde sık görülen ağrı, uykusuzluk gibi şikayetleri iyileştirmede etkili bir yöntemdir. Amerikan Kanser Enstitüsü, kanser tedavi merkezlerinin % 65’inde meditasyonun tamamlayıcı bir metod olarak tıbbi tedaviye eklendiğini belirtmektedir. Konu ile ilgili klinik araştırmalar devam etmekte ve sevindirici neticeler alınmaktadır.