Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi

Türkiye'nin ilk tıbbi bitkiler bahçesi
ekosistemimizin farkına varmak için fırsat sunuyor..

Kimyasal katkısız yetişen 700'ü aşkın tıbbi bitki,
sera, herbarium, laboratuar..

Sağlık Çevre Okulu, staj imkanı, yayınlar,
tez-proje ve kurum destekleri..

Geçmişle bugünü buluşturan
geleneksel tıp festivali..

Biyoçeşitliliğin korunup geliştirilmesine,
tıbbi bitkilerin etkin ve güvenli kullanımına katkı..

Prof.Dr. Ayten Altıntaş

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı

 

Gül fosilleri üzerinde yapılan incelemeler neticesinde gül bitkisinin 70 milyon yıl önce de varolduğu anlaşılmıştır. Yazılı kaynaklarda gülden ilk defa 5000 yıl önce bahsedilmiştir. Anavatanı Orta Asya’dır.

Gül tarih boyunca çok önemli bir bitki olagelmiştir. Hz. İbrahim Nemrut tarafından ateşe atıldığında ateş gül bahçesine dönüşmüştür. Hz. Ali son nefesini vermeden önce bir demet gül istemiş, kokladıktan sonra vefat etmiştir. Grek mitolojisinde Afrodit’in, Roma mitolojisinde Venüs’ün sembolüdür. Girit duvar fresklerinde gül sembolleri kullanılmıştır. Roma’da, Neron döneminde gül çılgınlığı yaşanmıştır; Neron’un gül yaprakları üzerinde uyuduğu, soylulara verdiği ziyafetlerde yerleri, koltukları, sofrayı.. gül yapraklarıyla donattığı bilinmektedir. Çin saray kütüphanesinde, yalnız gülle ilgili 60 kitap bulunduğu tespit edilmiştir.

Gülün İslamiyet’teki yeri apayrıdır. İslam dininde gül Hz. Muhammed’in sembolüdür. Kokusunun, Hz. Muhammed’in teninin kokusundan geldiğine; Hz. Muhammed’le yoğun sevgi bağı olan kişilerin dahi gül koktuğuna; meleklerin gül kokusunu çok sevdiğine inanılır. Cami, türbe gibi dinî mekânların gül suyuyla yıkanması, mevlidlerde gül suyu ikram edilmesi, Türk-İslâm sanatlarında gül sembollerine fazlaca yer verilmesi, tasavvuf edebiyatında gülden sıkça bahsedilmesi bu inancın yansımalarıdır.

Gül, ilahî ve beşerî güzelliğin yansıdığı nadide bir çiçektir ve bu yönüyle çiçeklerin sultanı; sevgilinin, aşkın sembolü ve şairlerin ilham kaynağı olmuştur. Divan edebiyatında, gül-bülbül motifine aşuk-maşuk münasebeti çerçevesinde yaklaşılmıştır. Bülbül, gülü ebediyen sevecek aşıktır.

Osmanlı döneminde güle ayrı bir önem verilmiştir. Osmanlı saraylarına bir seferde üç-dört ton gül suyu alındığı, Kâbe’de kullanılan gül suyu ve gül yağının Osmanlı’dan gittiği, misafirlere yapılan ikramlarda gül suyunun önemli bir yere sahip olduğu bilinmektedir.

Gül ve ondan hazırlanan reçeteler çok eski tarihlerden beri tedavide yeralmıştır. Tıp ilmini ve tedavi sanatını İslâm medeniyetinden alan Osmanlı hekimleri de yazdıkları tıp kitaplarının çoğunda gül ve gülden yapılan ilaçlardan bahsetmişlerdir. Osmanlı tıbbında gül genellikle “gül suyu”, “gül macunu”, “gül yağı” ve “gül şerbeti” şeklinde kullanılmıştır:

 

Gül suyu
Osmanlı döneminde “güllab”[1] ismiyle anılan gül suyu, gül çiçeklerinin damıtılması ve buharlaşan maddelerin soğutulmasıyla elde edilir. Gülün ruhunun suya aktarılmış halidir. Tabiatı soğuk ve nemlidir. Osmanlı tıbbında yaygın şekilde kullanılmıştır.

9. yüzyılda yaşamış olan hekim ve botanikçi Dînaverî “Kitâbü’n-Nebât” isimli eserinde; 11. yüzyıl hekimlerinden İbn-i Sînâ “El-Kanun Fi’t-Tıbb” isimli eserinde, serinletici ve ferahlatıcı etkisi dolayısıyla gül suyunun ateşlenmelerde kullanılmasını tavsiye etmişlerdir.

İbn-i Sînâ, “el-Müfredât” müellifi İbnü’l-Baytâr, “Gayet-ül Beyan Fi Tedbir-i Beden-il İnsan” müellifi Salih bin Nasrullah ve “Mârifetnâme” müellifi İbrahim Hakkı, hoş kokusu dolayısıyla gül suyunun ruha hitap ettiğini, insanı rahatlattığını, bayılmalarda ve kalp çarpıntılarında faydalı olduğunu belirtmişlerdir. Bu bilgiler dolayısıyla, halk arasında özellikle bayılmalarda sıklıkla kullanılmış; bayılan kişinin başını-yüzünü-ellerini gül suyuyla ovmak veya yüzüne gül suyu serpmek bir Osmanlı geleneği haline gelmiştir. Mevlânâ, Mesnevi’deki “bayılan bir deri tabaklayıcısının hikâyesi”nde, “..adamın başı döndü, olduğu yere düşüp yığıldı; birisi elini kalbine götürüyor, öbürü yüzüne gül suyu serpiyordu” diyerek bu uygulamaya işaret etmiştir.

İbnü’l-Baytâr, gül suyu koklamanın mide bulantısı ve kusmayı dindireceğini; gül suyu içmenin mideyi kuvvetlendireceğini ve kan tükürmeye iyi geleceğini belirtmiştir.

Gül suyu baş hastalıklarında ve ağrılarında da sıkça kullanılmıştır. İbnü’l-Baytâr, gül suyunun kaynatılmasını ve buharının başa tutulmasını tavsiye etmiştir. 15. yüzyıl hekimlerinden Abdülvehhâb Mârdânî “Kitâbu’l-Müntehab Fî’t-Tıb” isimli eserinde, “..eğer sayrunun başı ağrıdığı halde gönlü döner ise gül suyunu başına sürmek ve gülü, menekşeyi koklatmak gerek..” demiştir. Aynı yüzyılda yazılan “Kitâbü’l Mühimmât” isimli eserde, sıcak nitelikli baş ağrılarında başı gül suyu ve gül yağıyla ovamanın, kuru nitelikli baş ağrılarında ise gül suyu ile hazırlanan şuruplardan içirmenin faydalı olacağı belirtilmiştir. Salih bin Nasrullah, hararetten kaynaklanan baş ağrısını geçirmek için başa gül suyu sürülmesini tavsiye etmiştir. 18. yüzyılda İbrahim Hakkı tarafından yazılan “Mârifetnâme” isimli eserde de gül suyunun ateşli baş ağrısına iyi geldiği belirtilmiştir.

İbn-i Sînâ, İbnü’l-Baytâr, “Edviye-i Müfrede” müellifi Geredeli İshak b. Murad ve Salih bin Nasrullah, gül suyunun beynin çalışması üzerinde faydalı olduğunu, algılama kabiliyetini ve belleği kuvvetlendirdiğini belirtmişlerdir.  

İbnü’l-Baytâr, gül suyunun kaynatılıp buharı başa tutulduğunda yeni başlayan göz hastalıklarının iyileştiğini ve ilerlemesinin durduğunu belirtmiştir. “Kemâliye” isimli eserde, gül suyunun sumak ile pişirilmesiyle elde edilen sıvının kanlanan ve kızaran gözlerde kullanılması tavsiye edilmiştir. Muhammed bin Mahmûd-ı Şirvânî, göz hastalıklarını anlattığı “Mürşid” isimli kitabında, gül suyunun göze istenmeyen maddeleri indirmediğini bildirmiştir. Eflâkî dedenin naklettiği bir menkıbeye göre, Mevlana, Şems ile koyu bir sohbete dalmışken odanın duvarları açılır, içeriye altı heybetli adam girer, Mevlana’nın önüne bir demet gül bırakıp hiç konuşmadan giderler. Mevlana, bu hadiseye şahit olan hanımı Kira hatuna, “o gül demetini başkasına gösterme, çünkü Hindistan’ın kutupları ve kutsal İrem bağının bahçıvanları onu can dimağını ve gözünü kuvvetlendirsin diye göndermişler” diye tembih eder. Eflâkî dedenin naklettiğine göre Kira hatun bu gülleri son nefesine kadar saklamış; kimin gözü ağrısa bu gül yapraklarını sürünce on anda iyileşirmiş.

Gül suyu kulak-burun-boğaz hastalıklarında da kullanılmıştır. Abdülvehhâb Mârdânî, “..kulak ağrısı kandan ve şişten olsa..badam yağını gül suyuyla ve sirkeyle bişürüb kulağa tamzurmak.. burunun şişip kabarmasında da..nar şarabın gül suyuyla virmek gerek ve sandalı gül suyuyla ezmek gerek ve kar üstüne savudup bağıra yakmak gerek ve gül suyunu kar üzerinde savudup başa dökmek gerek..” demiştir. Geredeli İshak b. Murad ve Salih bin Nasrullah, ağız yaralarını ve acılarını gidermek için gül suyuyla gargara yapılmasını tavsiye etmişlerdir.

15. yüzyıl hekimlerinden Eşref bin Muhammed “Hazâ’inü’s-Saâ’dât” isimli eserinin çocuk sağlığı bölümünde, memeden kesilen bebeklere, gül suyu ile balın pişirilmesi ve içine ekmek batırılmasıyla hazırlanan mamanın verilmesini tavsiye etmiştir. 

Gül suyu kalbe ve ruha iyi geldiği için akıl hastalıklarının tedavisinde de kullanılmıştır. Bimarhanelerde “güllabici” ismi verilen hasta bakıcılar tarafından akıl hastalarına günde iki defa gül suyu serpilmesi bunun en önemli işaretidir. Şeyh Hakîm Muinüddin “Sûfî Tıbbı” isimli eserinde, “gül bitki alemindeki tüm çiçeklerin en üstünüdür; gül fiziksel, duygusal ve ruhsal yapıların tümü üzerinde aynı anda iş görür ve her üçünü de aynı anda saflaştırıp yüceltir.” demiştir.

 

Gül macunu
Gülle hazırlanan macunların başında “gül-be-şeker” (gül murabbası) ve “gülengübin” gelirdi. Eski tıp kitaplarında gülbeşeker’in hazırlanışı şöyle tarif edilmiştir: taze gül çiçekleri geniş gözenekli bir kalburdan geçirilip tohumları ayrılır, bir ölçü gül çiçeğine üç ölçü şeker ilave edilir, iyice ovulur, sırçalı bir kaba konur, üzerine kıl elek kapatılıp güneşe bırakılır, her gün ovmak suretiyle otuz gün güneşte bekletilir. “Kemâliye”de, mideye ve karaciğere kuvvet verdiği, midedeki balgamları azalttığı ve sindirimi kolaylaştırdığı belirtilmiştir. Celalüddin Hızır (Hacı Paşa) “Müntahab-ı Şifa” isimli eserinin “yüklü avratlar ve lohusalar tedbirin bildürür” başlıklı bölümünde, “..gece yatacak vakit gülbeşeker yedüreler..” demiştir. Gülengübin’in tarifi ise şöyledir: 1 ölçü bal eritilir, içine 10 ölçü gül çiçeği ilave edilip karıştırılır, güneşe bırakılır, üç günde bir karıştırmak suretiyle elli gün güneşte bekletilir. Tabiatı gülbeşeker’den daha sıcaktır. Erzurumlu İbrahim Hakkı, mideye ve karaciğere kuvvet verdiğini ve sindirimi kolaylaştırdığını belirtmiştir. Eşref bin Muhammed, kusan hastalara iyi geleceğini ve yaşlılara haftada bir iki gün aç karnına damla sakızı ile birlikte verilmesinin çok faydalı olduğunu belirtmiştir. “Kitâbü’l Mühimmât” isimli eserde, cilt hastalıklarında gülengübin’den şurup yapılarak içilmesi tavsiye edilmiştir.

Mideye iyi gelmesi ve sindirimi kolaylaştırması dolayısıyla, yemeği fazla kaçıranlara ikram etmek üzere, ziyafet sofralarının kenarında elinde gül macunu tutan görevliler beklermiş.

 

Gül şurubu, gül şerbeti
Gül çiçekleri suyla kaynatılır, içine şeker veya bal ilave edilirdi. Hekimler, “..ıssı marazlar şerbetin şeker ile bişüreler sovuk marazlar şerbetin balıla bişüreler..” diyerek şeker ve balın etkisinin farklı olduğuna işaret etmişlerdir. “Kemâliye”de sıcak suyla hazırlanması tavsiye edilmiş; Hacı paşanın tarifinde su yerine süt kullanılmıştır. Kışın hazırlanan şerbetlerin koyu kıvamlı olmaması, yazın hazırlananların ekşimemesi için koyu olması gerektiği belirtilmiştir. İbnü’l-Baytâr, “..midede olan balgamı cila eder, yemeği hazm ettirir, mide ağrısına ve ishale ve bağırsak çıbanlarına fayda eder, eğer bu şuruptan epey bir süre içseler içteki azaları güçlendirir, gülü bal ile pişirip gargara etseler boğaz ağrısına iyi gelir..” diyerek gül şurubu ve şerbetinin faydalarını sıralamıştır. “Kemâliye”de gül şurubunun harareti giderdiği, mide yanmalarına iyi geldiği, yüreğe ferahlık verdiği belirtilmiştir. 15. yüzyıl hekimlerinden Tabib İbn-i Şerîf, “Yâdigâr” isimli eserinde, mideye, karaciğere ve yüreğe kuvvet verdiğini, safrayı arttırarak vücuttan zararlı maddeleri attığını bildirmiştir.

Ziyafetlerin ardından, gül macunuyla birlikte, gül şurubu ve gül şerbeti de ikram edilirmiş.

 

Gül yağı
Osmanlı hekimlerinin “mübarek yağ”, “iksir gibi faydalı yağ” diye tanımladığı gül yağı bugün kullanılan gül esansından çok farklıydı. Güllerin damıtılmasıyla elde edilen gül esansı aromatik bir yağdır. Eski tıpta kullanılan gül yağı ise gül çiçeklerinin zeytin yağı, susam yağı veya badem yağına konup güneşte bekletilmesiyle elde edilirdi. İbn-i Sînâ, “gül yağı beynin iltihaplanmasının başlangıcında ve sonrasında etkilidir, beynin gücünü çoğaltır ve anlayış gücünü artırır, belleği güçlendirir, onun rahatlatma etkisi vardır, bundan dolayı Galenos’a göre gül yağı soğuk vücutları ısıtır ve sıcak vücutları soğutur, normale döndürür, bize göre sıcak bedenleri soğutma kabiliyeti daha fazladır” diyerek gül yağının faydalarını bildirmiştir. Hacı paşa, “Kemâliye”de, makat kaşıntılarında ve basur’da faydalı olduğu belirtilmiştir. Akıl hastalarının tedavisine başlanırken önce hastanın saçları traş edilip başı gül yağıyla ovulur, tedavinin sonunda aynı işlem tekrar edilirmiş.

 

Dünya üzerinde 1300 kadar gül türü bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi ve tedavide kullanılanı “Isparta gülü” diye bilinen ve katmerli, kokulu, pembe bir gül olan Rosa damascena’dır.

Yapılan araştırmalar neticesinde gülün bileşiminde 89 etken madde bulunduğu tespit edilmiştir. Tedavide, taç yaprakları (petal) ve çiçek tablaları (düğmecik) kullanılır. Rosa canina (kuşburnu), çiçek tablalarından faydalanılan bir gül çeşididir. Kök, yaprak gibi diğer kısımlarının tıbbi değerinin olup olmadığına dair henüz bilgi bulunmamaktadır. Yakın zamanda, sıçanlar üzerinde yapılan bir araştırmada, gül petallerinin antioksidan etkisi olduğu tespit edilmiştir.

 

 


 

[1] “Gül” ve “ab” (su) kelimelerinden meydana gelmiştir; gül suyu ikramında kullanılan şişelere verilen “gülabdan” ismi de buradan gelmektedir.