Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi

Türkiye'nin ilk tıbbi bitkiler bahçesi
ekosistemimizin farkına varmak için fırsat sunuyor..

Kimyasal katkısız yetişen 700'ü aşkın tıbbi bitki,
sera, herbarium, laboratuar..

Sağlık Çevre Okulu, staj imkanı, yayınlar,
tez-proje ve kurum destekleri..

Geçmişle bugünü buluşturan
geleneksel tıp festivali..

Biyoçeşitliliğin korunup geliştirilmesine,
tıbbi bitkilerin etkin ve güvenli kullanımına katkı..

Dr. Ali Cevat Dalgın

 

Kanser hastalığının dünya genelinde bu derece artmasının sebepleri başında çevre kirliliği ve tükettiğimiz besinlerin kalitesi gelmektedir. Kitlesel besin üretimi nedeniyle tarımda ilaç ve hormon kullanımı yaygınlaşmıştır. Hazır gıda sektörünün gelişmesiyle birlikte katkı maddeleri (renklendiriciler, aromalar vs.) ve raf ömrünü uzatan koruyucu maddeler ihtiva eden rafine edilmiş, paketlenmiş, dondurulmuş gıdalar market raflarını doldurmuştur. Vücuda hiçbir faydası olmayan, aksine zarar veren ve özellikle çocukları hedef alan “ölü gıdalar” (cipsler, şekerler, asitli ve boyalı içecekler vs.) ise diğer bir tehdit unsurudur. Teknolojinin ilerlemesiyle insanların tükettiği besin çeşidi azalmıştır. Bir semt pazarına gidildiğinde bu durum daha net görülür. Eğitim durumu ve gelir düzeyi ne olursa olsun, insanlar sınırlı sayıda besinle yetinmek zorundadır. Çeşit olarak fakirleşmiş, kalitesi bozulmuş, mevsiminde yetişmemiş, organik olmayan, kimyasal yönden kirlenmiş besinlerin tüketilmesi kanserin artmasında ve artacak olmasında oldukça etkilidir.

Kanser genellikle vücudun zayıf bölgesinde zemin bulur ve burada ortaya çıkar. Mesela, kişide kronik bronşit, ülser vs. gibi uzun yıllardır devam eden bir hastalık varsa bu zayıf bölge kanser için zemin olabilir. Bu nedenle hastalık akciğer kanseri, mide kanseri, rahim kanseri gibi farklı isimler alır. Vücudun asit-baz dengesi asit yönünde arttığında vücutta çürüme reaksiyonu olur, oksijenden faydalanma azalır ve kanserleşme başlar. Kanda bulunan serbest radikaller[1] dokulara bağlanarak hücrelerin zarını, genlerini parçalar ve dejeneratif doku yıkımına yolaçar. Bu doku yıkımının üzerinde kanser gelişir. Kanser hastalarında kabızlık problemi ciddi boyutlara vardığı için toksinler atılamaz. Demir, enerji ve kilo kaybı sözkonusudur.

Modern tıpta kanser tedavisinde kullanılan kemoterapi yöntemi, porsuk ağacı (Taxus baccata), Cezayir menekşesi (Vinca major) gibi bazı bitkilerden elde edilen bileşiklere çok güçlü kimyasal maddelerin eklenmesiyle ortaya çıkmıştır. Kanser hücreleri normal vücut hücrelerinden hızlı büyüdüğü için kemoterapinin bu hücrelere daha çok zarar verdiği iddia edilmektedir. Kemoterapi en çok, hızlı bölünen, hızlı dönüşen hücrelere zarar verir; bunlar sindirim, kan ve deri hücreleridir. Bu yüzden kemoterapi alan her hastada bulantı, kusma, kansızlık, saç dökülmesi olur. Hasta birkaç kür sonra ayağa kalkamaz hale gelir. Kemoterapi bağışıklık sistemini baskıladığı için, kalıcı zararlara ve kanserleşmeye neden olduğu yönünde tartışmalar vardır.      

Kanser hastalarının tıbbi bitkilerle tedavi edilmesi ayrı bir konu, besin olan bitkilerle diyet yönünden desteklenmesi ayrı bir konudur. Kanserden korunmak isteyenler ve kanser hastaları için diyet çok önemlidir. Kanser tedavisinde bütüncül yaklaşımın önemi son yıllarda ön plana çıkmıştır. Kanser hastalarında kalp rahatsızlığı, yüksek tansiyon, diyabet, kabızlık, depresyon, uykusuzluk gibi başka problemler de olabilir. Her hastanın kendine has bir hastalık tablosu vardır. Bu nedenle, her hastaya aynı kemoterapiyi veya aynı bitkiyi vermek göle maya çalmak gibidir. Kişinin bedensel, zihinsel ve duygusal durumunun gözönüne alınması ve gerekli yaşama tarzı değişikliklerinin yapılması gerekir. Bu değişikliklerin başında beslenme alışkanlıkları gelir. Onkologlar genellikle diyet üzerinde durmazlar. Halbuki geleneksel tıpta beslenme alışkanlıkları piramidin en üstünde yeralır.

Odun ateşinde, ızgarada veya kavrularak yapılan etler, gaz ateşinde yapılan döner, endüstriyel besinler, diyabet hastalarının kullandığı aspartam vb. kimyasal madde ihtiva eden her tür besin serbest radikalleri destekler. Serbest radikalleri bağlayarak etkisiz hale getiren ve “antioksidan” adı verilen bileşikler kanserden korunmada ve kanser tedavisinde oldukça önemlidir. Antioksidanlar vücut tarafından üretildiği gibi besinlerle de alınır. Besinlerle alınan en önemli antioksidanlar A, C ve E vitaminleridir. Bir antioksidan olan beta karoten’in normal vücut hücrelerinin kanser hücrelerine dönüşmesini engellediği kanıtlanmıştır. Özellikle kırmızı, turuncu, sarı ve koyu yeşil renkli sebze ve meyvelerde bulunur. Kırmızı lahana, kırmızı turp, kırmızı soğan, havuç, semizotu, brokoli, ıspanak, marul, nar, kırmızı elma, çilek, böğürtlen, ahududu, şeftali, kayısı gibi besinler tercihen çiğ olarak veya doğru şekilde pişirilerek tüketilmelidir. Bu besinlerin içinde A vitamini de vardır. Lahana ailesinde de A, C, E vitaminleri, beta karoten ve potasyum, sodyum, magnezyum gibi mineraller bulunur. Bu minerallerden oluşan bileşikler kanseri tetikleyen asit reaksiyonları tamponlayarak asit ortamını baz ortamına çeker. Üzüm çekirdeği, sarımsak ve çam kabuğundan elde edilen piknogenol diğer önemli antioksidanlardır.

Bağırsak florasını desteklemek ve kabızlığı önlemek için kanser hastalarının lifli besinler tüketmeleri gerekir. Sebze tohumlarını (maydanoz, turp, hardal, buğday, arpa vs.) çimlendirerek yemek de oldukça faydalıdır. Tohumlar çimlendirildiğinde yaşama fonksiyonları harekete geçer. Uzakdoğulular canlı besinler tükettikleri için uzun yaşarlar. Kanser hastaları kırmızı et yememelidir. Kırmızı et, ihtiyacımız olan aminoasidi çok hızlı şekilde kana karıştırır. Etin sindirim ürünleri olan amonyak ve üre,  asidik ortam yaratarak vücudun yükünü arttırır. Beyaz et de tüketilmemelidir. Haftada bir, en fazla iki defa balık yenebilir. Kanser hastalarının, doğal,  doğru hazırlanmış çeşitli bitkisel besinler tüketmeleri en iyisidir. Kan glikozunu çok hızlı yükselttiği ve kanserli hücreye hızlı şekilde glikoz sunumu yaptığı için beyaz şeker tüketimi de sakıncalıdır.

Modern tıp hastalığı bir hedef, ilaçları ise “sihirli kurşun” olarak görmektedir. Hastalık, çeşitli fiziksel ve kimyasal olayların, psikolojik faktörlerin, beslenmenin, dış etkenlerin (çevre kirliliği, stres vs.).. etkisiyle ortaya çıkmaktadır. İsmi konulan hastalık (yüksek tansiyon, diyabet vs.) çoğunlukla bir sonuçtur ve bu hastalığı bir veya birkaç sihirli kurşunla ortadan kaldırmak mümkün değildir.


[1] Somatik hücrelere ve bağışıklık sistemine saldıran oksijenle birleşmiş moleküller.