Bitkilerin Hikayeleri
Doç.Dr. Melike Şahiner
Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Eğitimi AD
Doğaya ait her hikaye aslında, doğanın parçası olan ama bunu bazen unutabilen insanın doğa ile kendisi arasında bir bağ kurmaya çalışmasından kaynaklanıyor. Bu hikayeleri dinlerken sizin için yeni olan bu bilginin yüzyıllardır her kültür, her kavim, her krallık ve imparatorluk için aynı olduğunu, farklı ifadelere rağmen ortak bir dili konuşabileceğinizi anlıyorsunuz.
Kendilerini doğanın bir parçası olarak gören Kızılderililer için her doğa olayı büyük bir düzenin içindeki hayatın ta kendisi. Kış rüzgarları esiyor çünkü doğanın kırılmış dalları, kurumuş yaprakları temizlemesi, ağaçları budayıp, toprağı dinlendirmesi gerekiyor; bahar geliyor çünkü uyanma zamanı, yağmurlarla yıkanma, temizlenme, silkinme zamanı..
Yunanlılar için doğa Olympos dağının tepesinde yaşayan tanrı ve tanrıçaların idare ettiği bir düzen. Rüzgarın, suyun, ateşin, güneşin tanrıları, tanrıçaları ilişkileri ile doğa olaylarını şekillendiriyor, insanlara da bunun içinde yer alma lütfunu bağışlıyor.
Tek tanrılı dinlerde doğa tanrının varlığının bir yansıması. Tanrı her şeyin sahibi ve doğadaki düzenin yaratıcısı. Bu düzen dikkatle bakıldığında akıllara durgunluk veriyor. İnsan kendisi ile doğa arasında sağlam bir ilişki kurmak istiyor, hikayeler yaratıyor.
Hangi kaynaktan gelirse gelsin bu hikayeler tarih boyunca dilden dile yurt, ırk, din dinlemeden anlatılıp gelmiş ve her dilde yerini almış. Ortak özellikleri, insana ait duyguların, aşkın, nefretin, korkunun, hasretin her türlüsünü ölümsüz kılmaya çalışmaları olmuş.
Burada birkaç bitkinin hikayesini bulacaksınız. Kimi adını ve anlamını mitolojiden, kimi halk hikayelerinden almış, kimini de insanlar uydurmuşlar, sırf sıradan görünen bazı olaylar unutulmasın diye. Bakalım bu hikayeler bitkileri, çiçekleri ölümsüzleştirirken doğaya hangi işareti bırakmışlar.
Anemone: Rüzgar çiçeği, Manisa lalesi, Girit Lalesi
Ölümlü Adonis ile aşk tanrıçası Afrodit birbirlerine aşıktır. Adonis bir gün avlanırken, Afrodit’in eski sevgilisi olan ve bir ölümlüye olan aşkından dolayı Afrodit’i kıskanan, savaş tanrısı Ares tarafından ormanda vurulur. Afrodit yetişine kadar Adonis ölür. Afrodit bir törenle sevgilisinin vücudunu kokular ile ovar ve onu ölüler diyarına götürmek üzere kucaklar, bu sırada Adonis’in kan damlaları ile kokular birbirine karışır ve yeryüzüne dökülerek birer çiçeğe dönüşürler. Bu çiçeğe Adonis ile Afrodit’in aşkı anısına Anemon denir.
İris: Süsen, Mezarlık zambağı, Navruz
Zeus ve Hera’nın habercisi olan gökkuşağı tanrıçası İris cennetten aldığı haberleri gökkuşağından geçerek dünyaya taşımaktadır ve Latincede adı “cennetin gözü” anlamındadır. İris çiçeği taşıdığı renkler ve çizgiler nedeni ile adını bu tanrıçadan alır. Göz bebeğimize de iris denir ve bu nedenle eski Yunan’da her insanın cennetten bir parça taşıdığına inanılırmış.
Narcissus: Nergis
Narcissus inanılmaz güzellikte bir delikanlıdır. Annesi ona eğer kendi güzelliğine bakmaz ise uzun bir ömür yaşayabileceğini söyler. Ama Narcissus annesini sözünü dinlemez ve nehirdeki aksine bakar, bu akse aşık olur ve onu yakalamak için suya eğilir, dengesini kaybederek düşer ve boğulur. Öldüğü yerde bir çiçek biter. Bu çiçek boynu bükük, yere bakmaktadır, adı Nergis’dir.
Cercis siliquastrum: Judas ağacı, Erguvan
İsa'ya ihanet eden havari daha sonra yaptığına dayanamayıp kendini bir erguvan ağacının dalına asmış. Ağaç bu durumdan o kadar utanmış ki o zamana kadar beyaz olan çiçekleri birden erguvan rengine dönmüş.
Bir başka hikayeye göre ise İsa’nın çarmıha gerildiği erguvan ağacının çiçeklerinin rengi ağacın akıttığı kanlı gözyaşlarından kaynaklanmaktadır.
Hikaye ne olursa olsun bu renk Bizans imparatorluğunun rengidir ve Bizans döneminde kraliyet ailesinden başkasının kullanmasına izin verilmemiştir.
Fritillaria imperialis: Ters lale, Ağlayan gelin
İsa çarmıha gerilmeye giderken geçtiği yoldaki bütün çiçekler saygı ile eğilmişler, bir tek Ters lale dik durmuş, ama İsa’nın ona bakışları ve çarmıha gerilişi bu çiçeği o kadar utandırmış ki başını eğip, o gün bu gündür ağlarmış. O nedenle Hıristiyanlar bu çiçeği kutsal saymış. Geçmişte Hakkâri bölgesinde yaşayan Asurîler de her sabah göbeğinden su yaydığı için bu çiçeği ‘Ağlayan lale’ diye adlandırmış ve kutsal saymış. Kejan lalesi, Kerbela lalesi, Kral lalesi olarak da bilinmektedir.
Tulipa: Lale
Şirin’in aşkından çöllere düşen Ferhat kırılan kalbi ile dolaşırken gözyaşları çöle dökülür ve her damla kum tanelerinde kırmızı bir çiçeğe dönüşür. Bu çiçeğe lale denmiş. Osmanlı’da bir döneme ismini vermiş, değeri nedeniyle Batıya padişahların hediyesi olarak gitmiştir. Tek çiçek açması nedeni ile Allah’ın birliğini temsil ettiğine inanılır.
Çiçeklerin hikayeleri insanlık tarihi kadar eskidir. Her çiçek için kültüre göre değişen bir hikaye bulmak mümkündür.