Anadolu Tıbbında Ocaklar ve İnanışlar
Prof.Dr. Sevgi Şar
Anadolu’da hastalıkların tedavisi amacıyla uygulama yapan hoca, şeyh, okuyucu-üfürükçü, ocaklı, izinli, orumçu gibi kişiler bulunmaktadır.
Halk hekimleri olarak tanınan “ocaklı”lar, belirli hastalıklarla uğraşırlar. Ocaklı, tedavi etme kudretini ailesinden alır. Bu yetki nesilden nesile devam eder; yetkiyi elde etmek için eğitime gerek yoktur. Ocaklı, orta Asya “şaman’ının bugüne ulaşmış şekli olarak değerlendirilmektedir. Anadolu’da her hastalığın bir ocağı bulunmaktadır: Dalak ocağı, sarılık ocağı, sıtma ocağı gibi. Ocaklıların büyük bir kısmı kadındır; kadın ocaklıların daha yetkin oldukları kabul edilir. Ocaklılar geçimlerini genellikle tedavi dışı yollardan sağlarlar.
Kan bağıyla yetki almayan ocaklıya “izinli” denmektedir. Çocuğu ve yakın akrabası olmayan ocaklı, kabiliyetli gördüğü bir çocuğu yanına alarak eğitmekte ve zamanı gelince “elverme” töreniyle tedavi gücünü çırağına devretmektedir.
Hastalığı tedavi etmekten çok, önceden haber verebildiklerine inanılan, bir eğitim görmeyip yeteneklerini ailelerinden alan kişilere ise “orumçu” denmektedir.
Anadolu’da ırvasalama, parpılama, tütsüleme, kurşun dökme, dalak kesme gibi büyü görünümlü tedavilere rastlanmaktadır. Telkin tedavisinde, nazardan korunmak için bazı bitkiler yakılarak tütsülenmekte, böylece şeytan ve cinin uzaklaşacağına inanılmaktadır. Halk, hastalıklardan korunmak veya kurtulmak için nazarlık, muska, hamayıl gibi çeşitli uğurluklar taşımaktadır. Bunların, nazarın kaynağı olan insanlardaki öldürücü veya hasta edici gücü üzerlerine çektiğine ve taşıyan insanı veya hayvanı nazardan koruduğuna inanılmaktadır.
Aşırı heyecan, çarpıntı, sinirlilik, uykusuzluk, ses kısıklığı, konuşma bozukluğu, havaleler ve cinnet belirtileriyle oluşan tablo halk arasında akıl hastalığı olarak değerlendirilmekte ve cin çarpması, cin ve perilerin üzerine basma, pis suları cinlerin bulunduğu yere dökme, peri kızına tutulma, geceleyin incir ağacının dibinden veya süprüntülükten geçme, siyah köpek üzerine düşme, ekmeğe sövme, mukaddes bilinen pınar başlarına saygısızlık etme, karşılıksız sevme, karanlıktan korkma veya korkutulma gibi nedenlere bağlanmaktadır. Bu durumda şifa için tekke, türbe, yatır gibi yerlere başvurulmaktadır.
“Şişe çekmek” veya “şişe vurmak” diye de bilinen usûl “kuru hacamat”tır. Hacamat şişelerinin içerisine alkollü pamuk konarak tutuşturulur ve oturan veya yüzükoyun yatan hastanın derisine yapıştırılır. Yanma bitince, kan şişenin altında kalan deri parçasına hücum ederek önce kızartı sonra morartı oluşturur. Deri üzerine yapıştırılmış şişeler 2-3 dakika sonra çekilerek kaldırılır. Bu işlem için bardak da kullanılır.
Deri üzerine çizilerek kan çıkartma usulüne ise “kanlı hacamat” denir. Genellikle yüksek tansiyona bağlı baş ağrılarında kullanılmaktadır. Göz zafiyetlerinde enseden, sırt ağrılarında ve şişmanlıkta ise sırttan kan alınmaktadır. Sarılık hastalığında ocaklılar tarafından vücudun belirli yerleri, mesela üst dişlerin kök kısmı ile üst dudağın birleştiği kısım, bıçak, jilet veya ustura ile kesilerek birkaç damla kan akıtılır; bu işleme “sarılık kesme” denir. Kan alımı hacamat aleti çıkmadan önce öküz boynuzlarıyla yapılmaktaydı.
Sülük (Hirudo officinalis) kan emerek beslenen 5-6 cm. uzunluğunda, tatlı sularda yaşayan asalak bir hayvandır. Vücudunun iki ucunda birer çekmeni vardır. Bunlarla insan veya hayvanın vücuduna yapışarak dişleriyle deriyi ısırıp kan emmekte ve ağzındaki bezlerden çıkan bir salgı ile emdiği kanın pıhtılaşmasını önlemektedir. Bu salgı “heparinoid” maddesi içermektedir. Göz, baş, sırt ve ayak ağrılarında, romatizmada, şişmanlıkta, hemoroidde, yara, çıban ve şişliklerde sülük kullanılmaktadır. Sülük vurma daha çok Mayıs ayında yapılmaktadır.
“Alazlama, yakma, göyündürme, en vurma” da denen dağlama, metal ve tahta araçlar, kimyasal maddeler veya bitkilerle yapılmaktadır.