Doğumun Doğası ve Doğallaşması
Op.Dr. Michel Odent
Primal Sağlık Araştırmaları Merkezi, Londra
Doğum sürecinde beyinden salgılanan çeşitli hormonların (oksitosin, prolaktin, progesteron, ACTH, endorfin, katekolaminler) davranışlar üzerindeki kısa ve uzun vadeli etkileri hakkındaki bilgimizle, anne ve yeni doğan bebeğin temel ihtiyaçlarını anlayabiliyoruz.
Doğumda pek çok kadın daha az mantıklıdır; günlük toplumsal hayatta kabul edilemeyecek şekilde davranır, çığlık atmak veya küfretmekten çekinmez. Bu özel bilinç durumu hormonlarla ve neokortikal aktivitenin azalmasıyla ilişkilidir. Doğum sancısı çeken kadının her şeyden önce gereksiz neokortikal uyarıdan korunması gerekir. Neokorteksi uyaran ana etkenler konuşma dili, parlak ışıklar, gözetleniyor olma hissi ve katekolaminlerin (adrenalin ve noradrenalin) salgılanmasıdır. Bunun anlamı, dilin doğuma katılanlar tarafından dikkatle kullanılması gerektiğidir. Ancak pek çok hastahanede ebe ve diğer sağlık görevlileri yalnızca formları doldurmak için, sancı çeken kadına ayrıntılı sorular sorabilmektedir. Doğum yerinde loş ışık, parlak ışıktan daha iyidir, ama doğum kitaplarında bunun bahsi bile geçmez.
Gözetleniyor olma hissinin neokortikal aktiviteyi arttırması, doğum sırasında mahremiyetin önemini ortaya koyar. Doğumu çeken kamera için de, elektronik kalp sesi dinleme aleti için de durum aynıdır: gözetleme aracı olarak görülebilecek her alet fizyolojik sürece etki edip müdahale ihtimalini arttırır. İnsan dışındaki memeliler doğum yaparken gözetlenmek istemezler. Geceleri gezen memeliler (mesela fareler) gündüz doğum yapma eğilimine sahipken gündüzleri gezen memeliler (mesela atlar) geceleri doğum yapma eğilimi taşırlar. Şempanzeler doğum yapmak için gruptan ayrılırlar.
Katekolamin salgısının artmasıyla ilişkili her durumun korteksi uyardığı söylenebilir. Katekolaminlerin rolü, tehlike olduğunda bireyi daha dikkatli, uyanık ve acil duruma hazır hale getirmektir. Bu, doğum yaparken annenin kendini güvende hissetmeye ihtiyacı olduğu anlamına gelir. Pek çok kültürde kadınların anne, büyükanne veya onların yerini tutacak deneyimli bir kadın yanında doğum yapmak istediği göze çarpar. Ebeliğin kökeni budur. Ebe aslında bir anne figürüdür. Yoksa, doğum sancısı çeken kadının “koç”a ihtiyacı yoktur.
Doğumdan önceki en son kasılmalarda annedeki katekolamin seviyesi zirveye çıkar. “Fetüs ejeksiyon refleksi” başlar başlamaz, anne enerji dolu olarak doğrulmaya kalkar, aniden bir şeyi veya bir kimseyi tutma ihtiyacı hisseder; genellikle büyük bir dinleyici kitlesinin karşısındaki konuşmacı gibi su içme ihtiyacı hisseder. Bu şekilde katekolaminler, annenin yeni doğmuş bebeğini koruyacak yeterli enerji, uyanıklık ve atılganlığa sahip olmasını sağlar. Katekolamin üretmekten sorumlu geni olmayan fare -doğum yaparken noradrenalin aşılanmadığı sürece- yavrularını dağılmış, pis ve aç bırakır. Kuvvetli çıkarma kasılmaları sırasında fetüsün kendi uyum sağlama sistemi devreye girer ve kendi katekolaminlerini salgılar. Böylece bebek, doğduğunda iyice açılmış gözler ve büyümüş göz bebekleri ile tetiktedir. Anneler yeni doğmuş bebeklerine bakarken büyülenmiş ve çok mutludurlar. Bebek bir işaret veriyormuş gibidir ve gerçekten de insanlar, bu göz temasını anne ile bebek arasındaki ilişkinin başlangıcı olarak kabul ederler.
Doğum sırasında beta-endorfinlerin seviyesi yükselir ve prolaktin salgılanmasına yolaçar. Vajinal doğum yapmış anneler doğumdan iki gün sonra, emzirme sırasında oksitosini nabız atışına göre salgılarlar, sezaryen doğum yapanlarda ise böyle değildir. Oksitosin salgısının nabza uyumu tam emzirme süresine ve anneden bebeğe aktarılan süt miktarına bağlıdır. Sezaryen doğum yapan annelerin emzirmenin başlangıcından sonra 20-30 dakika içinde prolaktin seviyelerinde önemli bir yükselme görülmez. Ayrıca, vajinal doğum yapmış annelerin kolostrum beta-endorfin konsantrasyonları doğumdan sonraki dördüncü günde, sezaryen ameliyatı geçirmiş annelerinkinden oldukça yüksektir. Süt opiatlarının muhtemel etkilerinden biri, anne sütüne bir çeşit bağımlılık yaratmasıdır. Yeni doğmuş bebek ilk kez memeyi bulduğunda, anne ve bebeğin davranışlarının doğum sırasında salgılanan çok sayıdaki hormondan etkilendiğini söyleyebiliriz.
1968’de Terkel ve Rosenblatt, doğumdan sonra 48 saat içinde anne farelerden aldıkları kanı daha önce doğurmamış farelere aşıladıklarında annelik davranışları gösterdiklerini gözlediler. 1979’da Prange ve Pederson, beyin karıncığına enjekte edilen oksitosinin memelilerde annelik davranışına yol açtığını buldular. Oksitosin seviyesinin doğumdan hemen sonra, sancı sırasında olduğundan yüksek olabildiğini, doğum sürecinde anne ve fetusun endorfin salgıladığını ve doğumu takibeden belirli bir sürede hem anne hem de yeni doğmuş bebeğin opiatların etkisi altında olduğunu öğrendik. Opiatların bağımlılığa yolaçma özelliği iyi bilindiğinden, bağlılığın nasıl başladığını tahmin etmek kolaylaşmaktadır.
Vajinal doğum yapan kadınların büyük kısmı, sunî oksitosin hormonu ve epidural anestezi kullanımı yaygınlaştığı derecede, kendi hormonlarına güvensizlik içindedir. Krehbiel ve Poindron, epidural anestezi ile doğum yapan koyunların kuzularına bakmadıklarını gözlemişlerdir. İnsanların incelikle geliştirilmiş iletişim biçimleri kullanması ve daha az hormonal dengenin ve daha çok kültürel çevrenin etkisinde bulunması meseleyi çok farklı kılmaya yetmez.
Araştırmalar, fetal dönemdeki olaylarla çocukluk ve ergenlik dönemlerindeki sağlık koşulları arasındaki ilişkileri ortaya koyuyor. Dahası, doğum süreciyle, kendini ve başkalarını sevme kapasitesinde azalma, intihar, saldırganlık, uyuşturucu kullanımı ve anoreksia nervosa arasında bir ilginin varlığı dikkat çekiyor.
Hayvan davranışları bilimcisi Konrad Lorenz, kuluçkadan yeni çıkmış ördek yavrularıyla annelerinin arasına girerek anne ördeğin vakvaklama sesini taklit etti. Bu ördek yavruları hayatları boyunca Lorenz’e bağlı kaldılar, bahçede yürüdüğünde onu takip ettiler. Bu deneyden ilham alarak anne ile çocuk arasındaki bağlanma sürecini inceleyen pek çok etolog, kuş ve memeli türlerinin büyük çoğunluğunda, doğumdan hemen sonra hassas bir evre olduğunu tesbit ettiler. Mesela Harlow, yeni doğmuş rhesus maymunlarının annelerinden erken ayrılmasının, yetişkin hale geldiklerinde cinselliklerini nasıl etkilediğini gösterdi.
Tinbergen (1973’te Konrad Lorenz ve Karl Von Frisch’le Nobel ödülünü paylaşmıştır) “derin forseps” doğumu, anesteziyle doğum, doğumda resusitasyon ve doğum sancısı indüksiyonunun otizme yol açan veya belirtilerini arttıran faktörler olduğunu buldu. Hattori, rutin olarak, beklenen doğum gününden bir hafta önce doğum sancısının indüklendiği ve sancı sırasında kompleks ağrı kesicilerin kullanıldığı bir hastahanede doğan çocukların otistik olma riskinin dikkate değer biçimde yüksek olduğunu gösterdi.
Salk ve arkadaşları, 20 yaşından önce ölen intihar kurbanlarının doğumlarında bir problem olabileceğini; Jacobson, boğulma yoluyla intiharın doğumdaki resusitasyonla; ateşli silah kullanmak, yüksekten atlamak, trenin önüne atlamak, kendini asmak gibi şiddetli mekanik yöntemlerle intiharın mekanik doğum travmalarıyla yakından ilgili olduğunu buldular. Raine ve arkadaşları, 18 yaşında saldırgan bir suçlu olmanın temelinde, doğum komplikasyonları, anneden erken ayrılma ve anne tarafından reddedilmenin yatabileceğini, Jacobson ve Nyberg, doğum sancısı sırasında anneye opiat, barbitürat gibi anestezik ve ağrı kesici ilaçlar verilmesinin ergenlikte uyuşturucu bağımlısı olma riskini arttırdığı sonucuna ulaştılar. İsveç’teki bir araştırma, anoreksia nervosa için en belirgin risk faktörünün, doğumda forseps ve vakum gibi travmatize edici unsurların kullanılmasıyla ortaya çıkan kafa hematomu olduğunu gösterdi.
Bütün bu araştırmalar, doğum sürecinin sağlığımız ve davranışlarımız üzerindeki etkisine işaret etmektedir. Doğum konusundaki tutumumuz, medeniyetimizin geleceğini belirleyecek faktörlerden biridir.