Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi

Türkiye'nin ilk tıbbi bitkiler bahçesi
ekosistemimizin farkına varmak için fırsat sunuyor..

Kimyasal katkısız yetişen 700'ü aşkın tıbbi bitki,
sera, herbarium, laboratuar..

Sağlık Çevre Okulu, staj imkanı, yayınlar,
tez-proje ve kurum destekleri..

Geçmişle bugünü buluşturan
geleneksel tıp festivali..

Biyoçeşitliliğin korunup geliştirilmesine,
tıbbi bitkilerin etkin ve güvenli kullanımına katkı..

Ünal Güner

 

Vücudumuzun düzgün çalışabilmesi, kalbimizin atması, beynimizdeki hücrelerin birbiriyle haberleşebilmesi, kaslarımızın kasılabilmesi ve diğer hayati fonksiyonlarımız için su ve tuz dengesi şarttır. Günümüzde hastalıklardan korunmada “dengeli beslenme”nin önemi sıkça vurgulanmasına rağmen, dengeli su ve tuz tüketimi üzerinde pek durulmamaktadır.

Tabiatın el değmemiş pınarlarında kaynayan, gerekli bütün mineralleri bünyesinde bulunduran, berrak, serin, lezzetli sular ve milyonlarca yıllık özümsemeyle meydana gelen tabii tuz, şehir hayatında kullandığımız işlenmiş sularla ve sofra tuzlarıyla kıyaslanamaz.

İçtiğimiz hiçbir sıvı suyun yerini tutamaz; aksine bu sıvılar enerji dönüşümü ve atıkların uzaklaştırılması sırasında vücudumuzdaki suyu tüketir. Denizin ortasında mahsur kalan bir kişinin deniz suyu içtiği halde susuzluktan ölmesi çarpıcı bir örnektir: deniz suyu vücudun elektrolit dengesini bozar, dengeyi sağlamaya çalışan kan hücrelerden su çeker, böylece vücut susuz kalır. Çay, kahve, meyve suyu, meşrubat gibi “sahte sıvı” tüketimiyle benzeri bir susuzluk yaşamak mümkündür. Su yerine başka sıvılar içildikçe beynin su ihtiyacını bildirme şekli olan susama hissi engellenir. Zamanla enerji ihtiyacını bildirme şekli olan acıkma hissi ile susama hissi birbirine karışır ve susadıkça yemek yeme arzusu doğar. Su kıtlığı çeken ve su eksikliğini bildiremeyen vücut, hayati fonksiyonların devamını sağlamak için kandaki suyu kullanırsa yüksek tansiyon, akciğerlerdekini kullanırsa astım, pankreastakini kullanırsa şeker, midedekini kullanırsa ülser, omurlardakini kullanırsa bel ve boyun fıtıkları, kemiklerdekini kullanırsa gut ve artrit gibi hastalıklar ortaya çıkar. Su eksikliği hücreyi fazlasıyla zorladığından hücre içi katı enerji tüketimi artar ve hücre normalden daha hızlı bölünmeye başlar. Bu tehlikeli gidişe tepki olarak beyin oksijen gönderimini keser. Hücrenin, hayatını devam ettirebilmek için oksijensiz (anaerobik) solunumu tercih etmesi kanserleşmeyi doğurur. Suyu azalan motorun hararet yapması, suyu azalan yemeğin dibinin tutması gibi, suyu azalan vücutta da asitleşme ve “kuruma” başlar, hastalık zemini oluşur.

Vücudumuz için su kadar tuz da önemlidir. Yiyeceklere lezzet vermek için kullanıldığı düşünülse de, tabii bir ihtiyaç sebebiyle tüketilen tuzun yerini tutabilecek hiçbir madde yoktur. Anne karnındaki bebek tuzlu su ortamında gelişir. Vücudu oluşturan hücrelerin içi ve hücrelerarası ortam tuzlu sudur. Hayat tuzlu suda başlar ve tuzlu su eksikliğinde biter. Günlük su ihtiyacı 30 ml/kg kadar, tuz ihtiyacı 0.1gr/kg kadardır. 70 kg ağırlığında bir kişinin günde 7 gr kadar tuza ihtiyaç duyduğu söylenebilir. Erişkin insan vücudu günlük olarak 5 gr’dan 15 gr’a kadar tuz tüketimine uyum sağlamaktadır. Saf su elektriği iletmez; tuzlu su ise vücuttaki elektriğin üretilmesinden ve iletilmesinden sorumludur. Hücrenin içi ve dışı arasındaki farklı tuz konsantrasyonundan meydana gelen ozmotik basınç farkıyla madde alışverişi sağlanır. Serumlar, göz-burun damlaları gibi dışarıdan vücuda verilen sıvıların konsantrasyonları “izotonik” denilen vücut hücre sıvısı konsantrasyonuna uygun olmalıdır. Hatta içilen suyun bile saf su olmaması gerekir. Çünkü saf su mineralleri çözüp uzaklaştırarak vücudu güçsüz bırakır. Benzer şekilde, rafine edilmiş, vücudun ihtiyaç duyduğu minerallerden arındırılmış sofra (sanayi) tuzu saf olmadığı için vücutta “kuruma”ya sebep olabilir. Vücut için en ideal tuz, doğal minerallerin koloidal biçimde dağılımıyla zenginleşmiş kristal tuzdur.